Önceki metinde kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sıra düşünce alanındaki yenilik/değişimlere geldi. Bir tutam bilginin paraya ve/veya güce dönüşebildiği dünyamızda olanı biteni anlamak/yerinden oynatmak/manipüle etmek için bir araç olarak görülen bilginin kolayca amaca dönüşebildiği su götürmez bir gerçek -ağzı olan konuşuyo, interneti olan blog filan yapiyo, olmaz ki canım. Bir önceki yazıda atom bombasının 'babası' Oppenheimer'in vicdan muhasebesi üzerinden teknik/düşünsel değişimlerin insanlığı bir kapana sürüklediğini söylemenin kolay olmadığını iddia etmiştim. Şimdi, eleştirel düşüncenin bunun kolay olduğunu düşünerek kendi kendisini muhafazakarlaştırdığını iddia edeceğim -çok da mühim bir iddia değil bu elbette, eleştirel düşüncenin kimi önemli temsilcilerinin bundan sıkça bahsettiği biliniyor ("Dünya alem biliyor " demeyeceğim; dünyayı tanımam etmem, ama alemin derdini biliyorum, ne hinoğluhindir o). Teknik/düşünsel değişimlerin insan topluluklarını ve doğayı korkunç bir batağa sürüklediğini reddetmek mümkün değil. Lafım “Hatalarımızdan ders almayı bilmeliyiz” diyenlere değil, “Ah ulan o serbest piyasa denen zamazingoyu peydahlamayacaktık” diyenlere -buradaki 'serbest piyasa'nın yerine orak-çekiç, papirüs kağıdı, Akademi, kural/kaide/yasa, Kopernik, Piri Reis,... binbir çeşit başka zamazingo da konulabilir. Şöyle ifade edeyim, bir olur iki olur neyse, insan güzelliğidir der, destekleriz, yaparız da hatta bazı bazı; ama her gecenin sonrasında “Ah ulan o son dubleyi götürmeyecektik” diyene de birisinin çıkıp “Ağızınla içmeyeceksen hiç takılma arkadaşım” demesi gerekiyor. Dananın kuyruğunun nerede koptuğunu aramak beyhude bir çaba. İnsanlığın teknik/düşünsel alandaki ürünlerinden bağımsız olarak değişimin kendisini eleştirmek pek olası görünmüyor bana -yalan dünya be dostum.
Öte yandan, aracın amaca dönüşmesini değerlendirirken konuya yeni olanın kurumsallaşması üzerinden yaklaşmak başka bir bakış açısı sağlayabilir. Değişimi kurumsallaşma süreçleri çerçevesinde değerlendirdiğimizde, değişim karşısında insanlık adına endişe duyanların söylemlerinin niçin önceki kurumsal düzenekte sahip oldukları menfaatlerini kaybetme kaygısı güdenlerle örtüştüğünü daha kolay anlayabiliriz -bu da kendi içinde kaçınılmaz bir karışım belki ama ne yapalım, söz söylemek, ister istemez müdahale etmek oluyor. Değişimin eleştirel değerlendirmesini yaparken tutunulabilecek alternatif bir tavır, söz konusu değişimlerin eleştirinin dilini değiştirmesine izin vermek. Değişim olgusunun eleştirinin dilini değiştiriyor olması eleştirme ediminin kirlenmesi anlamına gelmiyor. Aksine, yeni olanı değerlendirirken kendisini bu yeniliğin araçlarıyla şekillendirebilmek, değişim amacıyla yenilikler peşinde koşarken bu yeniliklerin kurduğu dünyaya hapsolan kozmolojinin gediklerini algılamayı sağlayabilir. Diğer bir deyişle, kendisini yeni olanın sunduğu araçlarla değiştirebilen bir fikriyat, mutlaklara ihtiyaç duymayan bir eleştiri dili geliştirebilir. Elbette burada ne yapılması gerektiğini söylemeye değil, mevcut olanın ne olduğunu anlamaya çalışmanın gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Demek istediğim odur ki madem üzümü yemek kaçınılmaz; yediğimiz haltı reddetmek o haltın bağını sorma ihtiyacı duymamaktan başka bir işe yaramaz. Sözün dönüp dolaşıp insanın doğasına geldiğini düşünmeyin; değişimin doğasını kabul etmekten bahsediyorum -insanlığın tek başına aktörü olduğu değil, sadece bir parçası olduğu bir süreç bu.
Gelelim amaçların aynılaşmasına. Değişimlerin tek bir kozmolojiyi referans almaya başlaması ve teknik/düşünsel faaliyetlerin tek bir amacın araçları haline gelmesi iktidar payaşımında bir kutuplaşmaya sebep oluyor gibi görünebilir -ki bence de öyle. Ancak umutulmaması gereken, bu tektipleşmenin eleştiri dilinde bir birliği de beraberinde getiriyor olması -fikriyattaki bir birlikten değil, dildeki birlikten bahsediyorum. Belki bu baskın kozmoloji kendi mezarını bu şekilde kazıyordur -o mezarın üstünü örtenlerin mezarını kimlerin, nasıl örteceğini yalnızca geleceğin eleştirmenleri görebilecek.
Not: Eleştiri dilinin yeni olanın sunduğu araçlarla kendisini değiştirmesinin eleştiriyi kirlettiği düşüncesi, eleştirinin dili ile bu dili kullananları özdeşleştirmenin bir sonucuymuş gibi geliyor bana. Önceleri eleştirinin dilini kullananların sonraları eleştirmemeyi tercih etmelerinin -veya dillerinin keskin kenarını eskiden mensubu oldukları kampı yakıp yıkmak için kullanıyor olmalarının- sebebi, önceleri kullandıkları eleştiri dilinin yeni olan ile kendisini değiştirmesi (farkında olmadan kendisini muhafazakarlaştıran görüşün anladığı şekliyle, o eleştiri dilinin kirlenmesi) değil, zamanında eleştirdikleri, değişim için peşinde koştukları araçları amaç haline getiren eski düşmanlarının kozmolojilerindeki mutlaklara kendilerini hapsetmeleridir belki. Fikir alanındaki değişimleri insanların değişmesiyle bir tutmamak lazım derim ben.
Not 2: Metinden anlaşılabileceği gibi ben de kendimce özcü bir eleştiri anlayışına ihtiyaç duymakta, onu aramaktayım. Façayı bozmamak için çaktırmamayı değil bir şey söylemekten korkuyor olmayı açık açık beyan etmeyi bir erdem olarak gördüğümü söyleyip burada keseyim -amma da bozmadık ha façayı.
No comments:
Post a Comment