Aldous Huxley'in Brave New World adlı romanı, yaşanması çok muhtemel olan, veya çoktan içinde yaşamakta olduğumuz korkunç bir dünyayı betimlemeyi hedefleyen metinlerde sıklıkla karşımıza çıkar. Yaşamakta olduğu dönemin ütopyalarının insanlığı nasıl bir geleceğe sürükleyebileceğini anlatmaktadır Huxley bu romanında. Ben burada daha önce dikkatlerinden kaçanlar için Huxley'in bir başka romanından bahsetmek ve -böyle bir projeyi bir tez jürisine kabul ettirmek zorunda olmamanın rahatlığıyla- bu roman ile Melih Cevdet Anday'ın Aylaklar adlı romanı arasında nasıl bir ilişki kurulabileceğinden bahsetmek istiyorum -edebiyatçı yönü daha kuvvetli okurların affına sığınarak.
İlk olarak 1928 yılında basılan Point Counter Point adlı romanın dönemin ruh halini yansıtmaktaki başarısının tek göstergesi, romandaki bir karakterin, yaşadığı dönemin düzensiz ortamının en fazla on yıl varlığını sürdürebileceğini, bu on yılın ardından "sınıflar" ve "kıtalar" arasında büyük bir savaşla birlikte tamamen yıkılacağını söylemesi değil elbette -ancak bu bile tek başına fazlasıyla etkileyici. Roman İngiltere'nin aristokratlaşmış burjuva sınıfına mensup, iki dünya savaşı arasındaki dönemde yaşayan farklı kuşaklardan kişilerin karakterlerinin betimlemeleri üzerine kurulu -kimi önemli karakterler ise kökenleri başka sınıflardan olmasına rağmen bir şekilde bu sınıfla ilişki içine girmiş ve onlarla aynı düşünsel buhrandan muzdarip kişiler. Sevgili Wikipedia'dan öğrendiğimiz kadarıyla bu karakterler Huxley'in şahsen tanıdığı veya tarihte bir yeri olan gerçek kişiler üzerine kurulmuş. Ailelerinden gelen ve/veya eğitim ve yetenekleri sayesinde edindikleri zenginlik içerisinde yaşayan bu karakterler ideolojiler çağında yaşamakta olmalarının -ne zaman sona erdi ki?- onları içine soktuğu cendereden kurtulmak için kendi kurgularını yaratmakta, taraf olmayanın bertaraf olduğu bir dünyada kendi hayatlarına bir anlam atfetmek için çaba harcamaktadırlar. Diğerlerini dehşete düşürmeye çalışan bir karakter işçilerin bir amaç uğruna değil, sadece devrimin kendisi uğruna devrim istediklerinden bahsederken, diğer bir karakter kendisinin zaten mahkum olduğunu düşündüğü cehenneme gitmeyi dilemekte, ancak cehennemin varlığına inanmamanın ızdırabı içinde kıvranmaktadır. Kısaca özetlemek gerekirse roman büyüsü bozulmuş bir dünyada fikir sahibi olmak/olamamak, genç/yaşlı olmak, zengin olmak, çocuk sahibi olmak, aşık olmak/olmamak/olamamak gibi pek çok konunun sorgulamasını yapmakta, bunu yaparken dönemin fikir dünyasına açık veya kapalı pek çok referans vermekte.
Huxley romanında 'aylak sınıf' (leisure class) kavramını kullanıyor. Ancak Anday'ın Aylaklar'ı biraz başka bir aylak grubundan bahsediyor. İlk olarak 1965 yılında basılmış olan roman, 1950'li yıllarda son demlerini yaşayan eski bir Osmanlı ailesi ve aileye ait konakta bir şekilde kendilerine yer bulmuş işsiz-güçsüz-amaçsız bir grup insan etrafında dönen olayları anlatıyor. Evin eski ihtişamını bu insanları etrafından toplayıp hesapsızca para harcayarak korumaya çalışan evin "Hanım"ı ve evin masraflarının nasıl karşılandığından bihaber yaşayıp giden karakterler yeni düzen karşısında çökmekte olan eski bir toplumu betimlemek için kurgulanmış sanılmasın. Bu karakterlerin çoğu burjuva kökenli ailelerden gelen, aslında yeni düzenin üretmeye çalıştığı bireyler. Çarpıcı olan, bu karakterlerin konağın sahte ihtişamı içinde aylaklığa kolayca uyum sağlayabilmeleri. Bunun bir örneği, üniversiteyi bitirip kendisine bağımsız bir hayat kurmayı hedefleyen, ancak evin "Hanımı"nın torunu ile evlendiği günün hemen ertesinde okulu bırakıp evin aylaklarına katılan Ayla. Br başka örnek ise, yeni olanın belli bir program veya değerler üzerinden değil, mevcut olanın yıkılmasıyla ortaya çıkabileceğine inanan, kendi duruşunun herhangi bir şekilde tanımlanmasından fena halde rahatsız olan, hafiften anarşist, hafiften bitnik kıvamlı, ama ikisinden de oldukça uzak bir karakter olan Şükrü. Romanın en radikal görünümlü karakteri olan Şükrü'nün kelimenin sokak anlamıyla "sıfatsız" bir kişi olarak çizilmiş olması, Garip akımının bir parçası olan Anday'a dair bize ne anlatıyor bilmiyorum, bir bilen varsa öğrenmeyi çok isterim.
Huxley'in romanı bir medeniyetin çıkmazlarını ortaya koymakta ve Batı düşünce tarihinin tartışmalarının yüz yıldan fazladır peyzajını oluşturan kriz temasının (ki bu temanın aslında modernlik öncesi köklere sahip olduğu söylenebilir) iki dünya savaşı arasındaki görünümüne dair pek çok fikir vermekte. Anday'ın romanının yazıldığı ve anlattığı dönemde ise cumhuriyet ilkgençlik yıllarını yeni tamamlamış, düşünsel hayat "Garplılaşmanın neresinde olunduğu" ve hangi devrimlerin "başarılamamış" olduğu tartışmaları ile dolup taşmaktaydı. Bu tartışmaların dinamizmine karşın Anday'ın romanı henüz kurulamadan kendini yormuş, yeni rotasına yorgun adımlarla yönelmiş bir toplum tasvir etmekte. Aylaklar'da değişim sancısı değil, Point Counter Point romanındaki ile paralellikleri olan bir çöküş teması hakim. İki romandaki bazı karakterler arasındaki benzerlikler de bu paralelliği artırıyor. Huxley'in romanında karşılaştığımız, demokrasi üzerine yazılmış olan en kapsamlı eseri ortaya koymak bahanesiyle aylak bir yaşam sürdüren Sidney Quarles ile Anday'ın betimlediği, Yuşa Tepesi'ne Fatih Sultan Mehmet'in yüz metrelik bir heykelini diktirmek veya Argo gemisini aramak gibi sevdalara nereden geldiğini dahi bilmediği paraları yatıran, üstelik her projesini yarım bırakan Davut Bey arasındaki benzerlik buna bir örnek. Karşılaştırma alanını biraz genişletmek gerekirse, zaman zaman iki dünya savaşı arasında yaşayan kuşağı tanımlamak için kullanılan 'kayıp kuşak' (lost generation) ile 'Beat kuşağı' arasında John Clellon Holmes'un 1952 tarihli ünlü makalesinde yaptığı karşılaştırma üzerinden Huxley'in Mark Rampion karakteri ile Anday'ın Şükrü karakterini karşılaştırmak da ilginç sonuçlar verebilir -bu biraz zorlama mı oldu nedir?
İlk olarak 1928 yılında basılan Point Counter Point adlı romanın dönemin ruh halini yansıtmaktaki başarısının tek göstergesi, romandaki bir karakterin, yaşadığı dönemin düzensiz ortamının en fazla on yıl varlığını sürdürebileceğini, bu on yılın ardından "sınıflar" ve "kıtalar" arasında büyük bir savaşla birlikte tamamen yıkılacağını söylemesi değil elbette -ancak bu bile tek başına fazlasıyla etkileyici. Roman İngiltere'nin aristokratlaşmış burjuva sınıfına mensup, iki dünya savaşı arasındaki dönemde yaşayan farklı kuşaklardan kişilerin karakterlerinin betimlemeleri üzerine kurulu -kimi önemli karakterler ise kökenleri başka sınıflardan olmasına rağmen bir şekilde bu sınıfla ilişki içine girmiş ve onlarla aynı düşünsel buhrandan muzdarip kişiler. Sevgili Wikipedia'dan öğrendiğimiz kadarıyla bu karakterler Huxley'in şahsen tanıdığı veya tarihte bir yeri olan gerçek kişiler üzerine kurulmuş. Ailelerinden gelen ve/veya eğitim ve yetenekleri sayesinde edindikleri zenginlik içerisinde yaşayan bu karakterler ideolojiler çağında yaşamakta olmalarının -ne zaman sona erdi ki?- onları içine soktuğu cendereden kurtulmak için kendi kurgularını yaratmakta, taraf olmayanın bertaraf olduğu bir dünyada kendi hayatlarına bir anlam atfetmek için çaba harcamaktadırlar. Diğerlerini dehşete düşürmeye çalışan bir karakter işçilerin bir amaç uğruna değil, sadece devrimin kendisi uğruna devrim istediklerinden bahsederken, diğer bir karakter kendisinin zaten mahkum olduğunu düşündüğü cehenneme gitmeyi dilemekte, ancak cehennemin varlığına inanmamanın ızdırabı içinde kıvranmaktadır. Kısaca özetlemek gerekirse roman büyüsü bozulmuş bir dünyada fikir sahibi olmak/olamamak, genç/yaşlı olmak, zengin olmak, çocuk sahibi olmak, aşık olmak/olmamak/olamamak gibi pek çok konunun sorgulamasını yapmakta, bunu yaparken dönemin fikir dünyasına açık veya kapalı pek çok referans vermekte.
Huxley romanında 'aylak sınıf' (leisure class) kavramını kullanıyor. Ancak Anday'ın Aylaklar'ı biraz başka bir aylak grubundan bahsediyor. İlk olarak 1965 yılında basılmış olan roman, 1950'li yıllarda son demlerini yaşayan eski bir Osmanlı ailesi ve aileye ait konakta bir şekilde kendilerine yer bulmuş işsiz-güçsüz-amaçsız bir grup insan etrafında dönen olayları anlatıyor. Evin eski ihtişamını bu insanları etrafından toplayıp hesapsızca para harcayarak korumaya çalışan evin "Hanım"ı ve evin masraflarının nasıl karşılandığından bihaber yaşayıp giden karakterler yeni düzen karşısında çökmekte olan eski bir toplumu betimlemek için kurgulanmış sanılmasın. Bu karakterlerin çoğu burjuva kökenli ailelerden gelen, aslında yeni düzenin üretmeye çalıştığı bireyler. Çarpıcı olan, bu karakterlerin konağın sahte ihtişamı içinde aylaklığa kolayca uyum sağlayabilmeleri. Bunun bir örneği, üniversiteyi bitirip kendisine bağımsız bir hayat kurmayı hedefleyen, ancak evin "Hanımı"nın torunu ile evlendiği günün hemen ertesinde okulu bırakıp evin aylaklarına katılan Ayla. Br başka örnek ise, yeni olanın belli bir program veya değerler üzerinden değil, mevcut olanın yıkılmasıyla ortaya çıkabileceğine inanan, kendi duruşunun herhangi bir şekilde tanımlanmasından fena halde rahatsız olan, hafiften anarşist, hafiften bitnik kıvamlı, ama ikisinden de oldukça uzak bir karakter olan Şükrü. Romanın en radikal görünümlü karakteri olan Şükrü'nün kelimenin sokak anlamıyla "sıfatsız" bir kişi olarak çizilmiş olması, Garip akımının bir parçası olan Anday'a dair bize ne anlatıyor bilmiyorum, bir bilen varsa öğrenmeyi çok isterim.
Huxley'in romanı bir medeniyetin çıkmazlarını ortaya koymakta ve Batı düşünce tarihinin tartışmalarının yüz yıldan fazladır peyzajını oluşturan kriz temasının (ki bu temanın aslında modernlik öncesi köklere sahip olduğu söylenebilir) iki dünya savaşı arasındaki görünümüne dair pek çok fikir vermekte. Anday'ın romanının yazıldığı ve anlattığı dönemde ise cumhuriyet ilkgençlik yıllarını yeni tamamlamış, düşünsel hayat "Garplılaşmanın neresinde olunduğu" ve hangi devrimlerin "başarılamamış" olduğu tartışmaları ile dolup taşmaktaydı. Bu tartışmaların dinamizmine karşın Anday'ın romanı henüz kurulamadan kendini yormuş, yeni rotasına yorgun adımlarla yönelmiş bir toplum tasvir etmekte. Aylaklar'da değişim sancısı değil, Point Counter Point romanındaki ile paralellikleri olan bir çöküş teması hakim. İki romandaki bazı karakterler arasındaki benzerlikler de bu paralelliği artırıyor. Huxley'in romanında karşılaştığımız, demokrasi üzerine yazılmış olan en kapsamlı eseri ortaya koymak bahanesiyle aylak bir yaşam sürdüren Sidney Quarles ile Anday'ın betimlediği, Yuşa Tepesi'ne Fatih Sultan Mehmet'in yüz metrelik bir heykelini diktirmek veya Argo gemisini aramak gibi sevdalara nereden geldiğini dahi bilmediği paraları yatıran, üstelik her projesini yarım bırakan Davut Bey arasındaki benzerlik buna bir örnek. Karşılaştırma alanını biraz genişletmek gerekirse, zaman zaman iki dünya savaşı arasında yaşayan kuşağı tanımlamak için kullanılan 'kayıp kuşak' (lost generation) ile 'Beat kuşağı' arasında John Clellon Holmes'un 1952 tarihli ünlü makalesinde yaptığı karşılaştırma üzerinden Huxley'in Mark Rampion karakteri ile Anday'ın Şükrü karakterini karşılaştırmak da ilginç sonuçlar verebilir -bu biraz zorlama mı oldu nedir?
No comments:
Post a Comment