The Day After (bundan sonra TDA) filmini hatırlarsınız. Hatırlamadınız mı? Hatırlatayım. Hani TRT günlerinde izlediğiniz, Kansas şehrinde geçen atom bombası filmi, anında iskelete dönüşen insanlar, yıkıntıya dönen kent filan... Hatırlamadınız mı? Şahsen ilk etkisi benim hafızamda hala kazılı. Douglas Coupland'in keyifli kitabında anlattığı X jenerasyonunun temel yapıtaşı olan atom bombası korkusunu soğuk savaş dönemi Amerikasının kafasına kazımak için yapılmış olan bu film, uysal TRT tarafından da yayınlanmıştı elbette. Tıpkı Rusların eğlenmeyi, müziği, dans etmeyi filan bilmeyen, uzaylı benzeri yaratıklar olduğunu anlatan, sarışın Amerikalı genç kız ve erkeklerin başrollerini süslediği anti-komünist propaganda filmlerini pazar sabahı film kuşağı kanalıyla bize enjekte ederkenki uysallığıyla. Kansas eyaleti ve kentiyle ilgili enteresan ilişkim de bu filmle başlamıştır. Hani Matrix'teki "Kansas is going bye bye" sahnesi, veya Lucky Number Slevin'deki "Kansas City Shuffle" hikayesi filan... Ne alıp veremedikleri var bu memleketle henüz anlamadım, bizdeki Çemişkezek gibi bir muhabbet midir, nedir? Her neyse.
Bu filmin İngiltere yapımı bir muadili var: Threads. Bizde yayınlandığını sanmıyorum. Zira belli anlarda "Yemeden önce meyve ve sebzeleri iyi yıkayın" diyormuş gibi bir havayla araya giren bir dış sesin bilgilendirici konuşmaları ve korkunç bir trajediyi ele almasına rağmen oldukça durağan anlatım dili ile daha ziyade bir belgesel niteliğinde bir yapım bu, ne de olsa BBC ürünü. TRT izleyicisinin alışık olmadığı bir anlatım biçimi var. Dahası TDA'dan çok daha sert görsel ögeler içeriyor. Bu iki filmi karşılaştıran yorumlar bu derece sarsıcı görüntülerin Amerikalı izleyiciler için aşırı kaçacağı görüşünde birleşiyor. Uzlaşmaya varılamayan nokta ise Threads ile karşılaştırıldığında TDA'nın A Day at the Races mı, yoksa Barney and Friends gibi mi kaldığı -uzun lafın kısası TDA, Threads'in yanında çok yumuşak kalıyor. Wikipedia'dan öğrendiğimize göre TDA'nın yayınlanmadan önce neredeyse yarı yarıya sansürlendiğini de ekleyelim.
İki film de televizyon için yapılmış, ikisinin de geniş kitleleri bilgilendirme amacı güttüğü ortada (Threads'de bu amaç ayan beyan ortada zaten). Akademik anlamda bu tarz çalışmaların bir değeri olduğuna pek inanmasam dahi, bu iki filme dair bir karşılaştırmanın iki toplumun soğuk savaşa bakışına, kendi gündelik hayatlarında nelere değer verdiklerine, neleri kaybetmekten korktuklarına dair fikir vereceğini söylemek mümkün -en azından çerez niyetine iki kelam edeyim bu mesele üzerine.
Dikkatimi çeken ilk nokta TDA'daki hikayenin daha kırsal nitelikli bir yerleşim alanında geçiyor olması. Geniş düzlükler, bayırlar, verimli tarım arazilari, hayvan çiftlikleri, üretim tesisleri, ve elbette futbol ve beyzbol stadyumları ile parlak ve muzaffer bir yaşamın fotoğraflarını görüyoruz filmin başında. Threads'de ise İngiltere'ye özgü o yorgun görüntü hakim. İngilizlerin "Bombaya gerek yok, bizim zaten ruhumuz daralmış" der gibi bir halleri varken, Amerikalılar steroid pombalanmış o her zamanki umarsız genişlikleriyle "Bu dünyayı ben yaşadım, ben yaşarım; hangi çılgın bana kafa tutacaksa bombaları alır g... sokarım" modundalar.
İlginç olan bir başka ayrıntı iki filmde de yer verilen market sahnesi. Threads'de marketteki amcalar, teyzeler çatışmanın başladığını duyar duymaz yağmaya girişiyor. TDA'da ise insanlar telaşlı olmakla birlikte kasada sıraya girip aldıklarının parasını ödüyorlar. Her Amerikan felaket filminin klasiği olan yağma sahnesi, eğitici bir amaçla yayınlanan bu filmde kullanılmamış -eşek ve karpuz kabuğu meselesi.
Bir başka nokta, yukarıda da dediğim gibi yaşanan trajedinin Threads'de, TDA'dakinden çok daha sert bir şekilde anlatılmış olması. Ancak mesele yalnızca Threads'de daha çok kan, kusmuk, cerahat görmemiz değil. Bombanın düşüşü sonrasında insanların yaşadığı yalnızlık. Filmde hikaye edilen aileler kendi başlarının çaresine bakmaya çalışıyorlar. İnsanların bir araya geldiği anlarda yaptıkları tek şey yiyecek depolarını koruyanlara isyan etmek. TDA'da ise, bombanın düşmesi sonrası insanların hızla bir araya gelip organize olduklarını görüyoruz -Amerikan felaket filmlerinin klasiklerinden birisi daha. Bu farklılık oldukça önemli. Zira Threads'de filmin başından itibaren nükleer savaş durumunda görev yapacak olan birimin görev çizelgelerini, vs görmekle birlikte bombanın düşüşü sonrasında hantal bürokrasiden bir hayır gelmediğini görüyoruz. Eldeki yiyecekleri korumak için açlıktan gebermekte olan insanlarla görevlilerin karşı karşıya gelmesi ise tam bir devlet-toplum zıtlığı hissi veriyor. TDA'da ise Amerikan vatandaşlık ideolojisinin net bir ifadesini görüyoruz. Toplumsal dışlama, linç, "benim arka bahçemde değil" tarzı muhafazakar tavır alma biçimlerinin de kökeni olmakla birlikte bu inisiyatif alma ve örgütlenebilme halinde takdir edilmesi gereken birşeyler olduğunu düşünüyorum (üzerinde sonra duracağım bu meseleyi şimdilik bir kenara bırakayım).
TDA'nın ve Thread'in kaçırılmaması gereken filmler olduklarını söyleyemem. Ancak yukarıdaki gibi bir karşılaştırmada iş görebilir dökümanlar sunuyorlar.
No comments:
Post a Comment