TRT2'de mutlu küçük ağaçlar çizen Bob Amcayı sanırım çoğunuz hatırlarsınız. İnsan büyüdükçe diğerleriyle paylaştığı ortak alanların düşündüğünden ne kadar farklı olduğunu öğreniyor. Çocukken, güneşli dahi olsa yağmurlu, isli, pusluymuş gibi görünen o Pazartesi günleri okula gitiğimde arkadaşlarımla neler konuştuğumu düşünüyorum. Hafta sonu oynanan lig maçları veya Pazar gecesi yayınlanan çatlamalı, patlamalı filmdeki olaylar... Veya sonraki haftasonu oynanacak olan lig maçları. Tamam kabul, biraz sığ bir çocuktum. Her neyse. Okudum, büyüdüm, maçtan ve rambodan başka şeyler üzerine konuşma ihtiyacı hissettikçe iletişime geçtiğim insan tiplemeleri de çeşitlendi elbette. Ve öğrendim ki ister ağzında salyalar akarak "Raki Ramboyu döver!" muhabbeti yapsın, ister "soldan o herifi kaçırmayacaktı" muhabbeti yapsın, isterse benim uyuz muhabbetimden uzakta başka ortamlarda takılsın, o yıllarda etrafımda olan diğer bütün çocuklarla birlikte hepimizin yolu Bob Ross'un programından geçiyormuş. Yaşça iyice küçük olduğum zamanlar bir yana, bu programı özellikle ergenlik psikozları yaşadığım yıllarda terapi amaçlı izlediğimi hatırlıyorum. Bob Amca'nın programı başladığında televizyonun sesini açar, fırça darbelerini dinlerdim. Hatta, dublajdaki sesi oldukça dingin olmasına rağmen yine de susmasını ve yalnızca resim yapmasını dilerdim. Fırça darbelerini daha rahat duyabilmek için.
Benim için Bob Amcanın programıyla benzer bir işlevi olan başka bir şey daha vardı: Bisiklet turları. Yol bisikleti bir spor dalı olarak yıllarca göz ardı ettiğim bir spor dalıydı. Saatler boyunca bisiklete binen adamların televizyonda yayınlanıyor olmasının elbette bir anlamı vardır, diye düşünürdüm ama olayın felsefesine, tekniğine-taktiğine hiç dikkat etmezdim. Benim tek derdim yarışların geçtiği mekanları izlemekti. Bu bakımdan da izlemesi en keyifli olan tur Fransa Turu'ydu. İspanya Turu nedense hep kurak-çorak yerlerde koşuluyormuş gibi geliyordu bana, hala da öyle gelir. İtalya Turu ise bisikleti daha bilinçli şekilde izlemeye başladıkça giderek daha çok sevdiğim bir yarış haline geldi. Ancak ne hikmetse, eskiden televizyonda bu yarışa ne zaman denk gelsem gariban bisikletiçileri bir eşek bayıltan yokuşunu tırmanmaya çalışırken görür, içim ezilir, elim kumandaya giderdi. Fransa Turu ise bir başkaydı. Daha köklü olduğundan dolayı daha profesyonelce yayınlandığından mıdır nedir, Fransa Turu sırasında ülkenin doğal ve tarihi güzellikleri daha bi güzel ekrana serilir. Şatolardan, kalelerden, kulelerden geçilmez hale gelir ekran.
Eurosport spikeri Caner Eler sağolsun bu sporun detaylarını kavramaya başladım zamanla. Felsefesini öğrendikçe çocukken bisiklet sporunu, mutlu küçük ağaçlar çizen Bob Amca ile zihnimde aynı 'folder'a koymuş olmam daha bir anlam kazandı. Bugün 2 Temmuz; 2011 Fransa Bisiklet Turu'nun ilk etabı koşuldu. Pazartesi günü ise sevgili Bob Amca'nın ölümünün (4 Temmuz 1995) 16. yıldönümüne tekabül ediyor. Güzellikleri paylaşalım; paylaştıklarımızı hatırlayalım, hatırlatalım. Sevgiyle kalın, börkeneği boş tutmayın...
No comments:
Post a Comment