Sunday, September 02, 2012

Umberto Eco - Prag Mezarlığı


"Nefret yüreği ısıtır" 
Raçkovski

Üçkağıtçıların, oyunbazların hikayelerin anlatmayı seven bir insan olsa gerek bu Eco. Prag Mezarlığı böyle bir karakterin hikayesini anlatıyor. Ana karakterimiz yüreği korku dolu bir anti-Semitist. Yahudiler'in bir takım şeytani komplolar kurduklarından öylesine emin ki bu "gerçeği" ortaya çıkarmak için her tür yalanın ortaya atılmasını mübah görmekte. Acı bir tat bırakıyor roman geride. Hikayenin ana karakteri insanların kendilerini feda ettikleri mücadelelerde öylesine kilit roller oynuyor ki gerçekliğe dair çok zamandır sarsılmış olan inancımızdan bahsetmek hepten anlamsız hale geliyor. Eco yine manipülasyon ve dezenformasyonu ana tema olarak ele almış. İnsanların bozuk para gibi harcandığı bir hikaye bu. Hepimizin iyi bildiği bir hikaye aslında.

Bu hikayenin beni neden bu kadar etkilediğini bilmiyorum. "Gerçeklik" denilenin yapıntılığını, inşa edilmişliğini çok zamandır kendime sorgulama nesnesi etmiş bir kişi olarak bu roman bana bilmediğim bir şey anlatmadı aslında. Ama belki bir çoğumuzun aşina olduğu bir meseleyi kurmaca bir evrende anlattığı için bu kadar sarsıldım. Gerçek hayatta yaşananları kurmaca anlatının daha iyi ortaya koyabileceğinin bir göstergesi bu belki. Kurmaca bir evrenin gerçekliğin kurmacalığını daha iyi göstermesinde şaşılacak bir şey yok aslında. "Bu kadar yalan dolan; bu kadar dolambaçlı hikayeler yalnızca romanlarda olur" dememize sebep olan pek çok "gerçek" hikaye dinledik bugüne kadar. Buna rağmen ısrarla benzer itirazlarda bulunmaktan çekinmemekteyiz. Ama şimdi bir roman, kaydı kuydu olan gerçek bir hikayeyi kurmaca bir evrenin içine yerleştirerek yeniden inşa ediyor. Bu romandaki pek çok karakter, ele alınan pek çok olay gerçek. Eco onları yeniden inşa ederek karşımıza çıkartıyor. Ama bunu öyle bir şekilde yapıyor ki insan kendi kutsallarını, yüce tuttuğu değerleri ve bunların savunucularını sorgular hale geliyor. Ve insanın ne kadar kolay bir şekilde yönlendirilebileceğini, kukla gibi oynatılabileceğini görüyor. Bu hikayenin bana bilmediğim bir şey anlatmadığını söyledim. Ama kendi kutsallarımı en son ne zaman sorguladığımı düşündürttü diyebilirim. Veya hiç sorgulayıp sorgulamadığımı...


Başka bir yazıda Eco'nun Baudolino'sundan şu satırları alıntılamıştım: "Büyük bir tarihte küçük gerçekler, en büyük gerçekler ortaya çıksın diye değiştirilebilir". Bu önermeyi basitçe dışlamamalıyız. Kendimize yakın bulduğumuz bir kavganın, bir mücadelenin başarısı için gerçeği nereye kadar manipüle ederiz; söz konusu mücadeleyi temelinden sarsacak olan bir gerçeği biliyorsak bunu sırf "insanların gerçeği bilme hakkı" için ortaya serebilir miyiz? Daha ilk filmden kötü kokular yaymaya başlayan Nolan'ın Batman serisinin ikincisinin sonunda bu soruya verilen yanıtı izledik. Serinin son filmi kötü kokuların geldiği kaynağı günyüzüne çıkardı, ama Nolan'ın ele aldığı ikilem ve tercih edilen yolu kolayca reddedemeyiz. Sizi siz yapan önyargılar gerçeği manipüle etme olanağına sahip olduğunuzda mutlak surette devreye girecektir. İşin daha karmaşık yönü, bu gücü söz konusu gerçeği manipüle etmek için kullanmamanız hem bu söz konusu gerçekliğe hem de sizin kimliğinize dair yepyeni bir "gerçeklik" ortaya çıkaracaktır. Olgulara gösterdiğimiz her tepki geride bir iz bırakır. Elbette temsil sorunundan bahsediyorum burada.

Dezenformasyon ve manipülasyon gibi temaları ele alan bir romandan bahsediyoruz. Bundan dolayı doğal olarak güncel bir hikaye okuyor hissine kapılıyoruz. Hani evrenimin küçüklüğünü açık etmekten utanmasam Eco Türkiye'nin yakın tarihinden esinlenmiş diyeceğim.

No comments: