Wednesday, November 04, 2009

yaşanılan dönemi temsil etmek ile aşmak arasındaki ince sınır üzerine: Minoru Yamasaki'nin enkazları

Charles Jencks, postmodern mimari üzerine yazdığı The Language of Post-Modern Architecture adlı kitabında, Amerika'nın St. Louis kentinde 1950lerin ortalarında inşa edilmiş olan Pritt-Igoe toplu konut bloklarının 1972 yılında dinamitle havaya uçurulmasının modernizmin sonunun semboli olduğunu söyler. İkinci Dünya Savaşı sonrasının kentleşme paradigmasını belirleyen akılcı-bütüncül planlama anlayışı (rational comprehensive planning) çerçevesinde düşük gelir gruplarının yerleşimi için inşa edilen bu bloklar, içlerinde yaşanılamayacak kadar çöküntü haline geldikleri gerekçesiyle yıkılmışlardı. Tarihin garip bir cilvesidir ki, bu binalar ile 1960ların başlarında tasarlanan ve 2001 yılında El-Kaide tarafından üstlenilen bir saldırıyla yıkılan Dünya Ticaret Merkezi kulelerinin mimarı aynı kişiydi.
Modernist mimarlığın önemli isimlerinden olan ve, Wikipedia'dan öğrendiğimiz üzere, ironik biçimde yükseklik korkusu olan Minoru Yamasaki'nin modernliğin tarihinin ancak dipnotlarında yer alabilecek olan bu tesadüfi konumu pek çok şekilde sömürülüp bizi hiçbir noktaya götürmeyecek çıkarımlarda bulunulabilir, burada niye yapılmasın? Ben Yamsaki'yi fazla yormadan, onun konumundan hareketle görsel/yazınsal üreticinin içinde yaşadığı dönem ile olan ilişkisi üzerinde kısaca durmak istiyorum.

Düşünce tarihindeki önemli isimler üzerine söylenenlere baktığımızda, bu kişilerin kendilernden önceki düşünürlerle ortaklıkları ve onlardan ayrıldıkları noktalara dair görüşlerle karşılaşırız. Yorumcunun ele aldığı düşünüre yaklaşımı ortaklıklar ve ayrım noktaları arasındaki dengeyi belirler. Yorumcular düşünce tarihindeki konumunu alçaltmak istedikleri düşünürlerle ilgili olarak "bunun dedeleri de aynı şey söylerdi" kabilinden sözler sarf eder, kendilerini görüşlerine yakın buldukları düşünürleri ise "yeni bir dönemin başlatıcısı" veya hiç olmazsa "döneminin fikriyatının doruk noktası ve sonraki dönemin habercisi" konumuna taşırlar. Görsel üreticinin ise farklı bir durumu var. Geçtiğimiz Ekim ayında, bugüne kadar ondokuzuncu yüzyıl Almanyasına ait bir eser olduğu düşünülen bir genç kız resminin aslında bir Da Vinci eseri olduğuna dair iddialar ortaya atıldı. Üçyüz yıl ve bilmem kaç yüz kilometrelik bu ıska sanat tarihçilerini ve eksperlerini utandıracaktır elbette. Ancak bunlar çok nadir örnekler. Zira sanat eserleri ile akımlar arasındaki bağlantı sıklıkla sanatçıların kabul veya red beyanları üzerinden kurulabiliyor. Kategorize etme ihtiyacı, kendini bir kategori içinde görmek istemeyenler için dahi kategoriler oluşturmayı beraberinde getiriyor. Üstelik bu ilişki mimarlık gibi, ürünün üretimini belirleyen yapısal kısıtların olduğu alanlarda daha da belirgin hale gelebiliyor. Sonuç olarak form, metnin aksine apaçık olma notasına daha yakın olduğu için, form üreticisi ya temsilcisi olduğu akımla, ya da başlatıcısı olduğu yeni akımla anılıyor. Sanat tarihçileri bunu aşmak için neo-, post- gibi ön eklere başvursa dahi, yorumcunun buradaki hareket alanı düşünce tarihçisine göre daha sınırlı. Dolayısıyla, kendisini materyalist olarak tanımlayan bir düşünürde idealist tonlar bulmak, yenilikçilik anlamında radikal bir dil kullanan bir düşünürü muhafazakarın önde gideni olarak tanımlamak mümkün, ama "Le Corbusier aslında katıksız bir romantikti" demek için oldukça çok eğip-bükme eylemi gerçekleştirmek gerekiyor.

Doğru veya yanlış beni bunları düşünmeye sevk eden Minoru Yamsaki'ye dönecek olursak, buradaki örneğin, form üreticisine dair yorumlarda mevcut olduğunu iddia ettiğim bu rijitliği hepten ele verdiğini görebiliriz. Artık yaşamadığı için bu konuda elinden zaten fazla birşey gelmeyecek olan mimar, tasarladığı iki eserin kötü talihinden dolayı, yorumcular tarafından dahi kurtarılamayacak şekilde temsilcisi olduğu akım ile anılmaya mahkum olmuş durumda. Kendini böyle bir konumda bulan görsellik üreticisinin yapabileceği tek şey, başka bir yazıda bahsettiğim gibi, başka bir bağlamın ortaya koyduğu yeni sınırlar çerçevesinde yeniden-estetize edileceği zamanı beklemek olacaktır. Sanırım görsellikle uğraşmanın bir bedeli bu.

No comments: