Thursday, November 12, 2009

kalitesiz imaj, direnirken alet olmak ve gerçekliğin tarihselliği üzerine

Kalitesiz imajın (poor image) savunucusu olan, ama bunu yaparken romantizme kaçmayan, bu yeni görselliğin tarihselliğini vurgulayan bir makaleden bahsetmek istiyorum size. Kalitesiz imajı, 'asıl' olan imajın hayaleti olarak tanımlayan makale, bu imajların kalitesizliğinin,erişim hızı düşük olan ortamlarda enformasyonun aktarımını kolaylaştırdığını söyleyerek, hızlı iletişim olanaklarının ayrıcalıklı bir kesime sunulduğu bir dünyada eşitsizliğin dengelenme olanaklarından bahsediyor gibi görünüyor en başta. İmajlar dünyasını sınıflı bir toplum olarak tanımlayıp, kalitesiz imajları bu dünyanın lümpen proleteryası konumuna yerleştirerek de bu ilk intibayı kuvvetlendiriyor. Bu argümanları takiben kalitesiz imajın, kaliteli imajı değiştirip dönüştürmesinin sonuçlarına dair tespitlerde bulunuyor yazar. Buna göre, kalitesiz imaj erişim olanağını artırmayı kaliteye, kült olma halini sergilenebilir olmaya, ve -burası önemli- dikkat dağınıklığını tefekküre tercih eder bir halin ifadesi oluyor. Yazar bu tercihlerin daha baştan kalitesiz imajı soyut hale getirdiğini söylüyor. Burada, ilk baştaki eşitlik vurgusunun yerini entelektüel bir tercih alıyor. Bu bağlamda yazar kalitesiz imajın dijital teknolojinin olanaklarıyla dalga geçtiğini söylüyor.


Bu makaleden bahsetmek istememin iki nedeni var. Birincisi çok basit: Makalenin kaynağı olan e-magazini ilgilenenlerin dikkatine sunmak. İkincisi, makalenin, yukarıda bahsettiğim iki yaklaşım arasındaki gidiş-gelişinden çıkartılabilecek sonuçları ele almak. Zira bu gidiş-geliş “içeride” hissedip aslında/belki dışarıda kalmak, “dışarıda” hissedip belki/aslında içeride olmak, vb. hissiyatların günümüz dünyasında ne anlama geldiğine dair bazı fikirler veriyor kanımca. Şöyle ki, yazar bir noktada “medya üretiminin neoliberal yeniden yapılanmasında” kalitesiz görüntünün bağımsız üreticiye sağladığı olanaklardan bahsederken tekelcilik karşısında bir direnme alanını tanımlıyor ve youtube vb. ortamların bu alanların oluşumundaki rolünden bahsediyor. Burada imajın ne derece kalitesiz olduğunun, bu imajı kopyalayan, imajla oynayan, diğer bir deyişle bu imaja önem veren ne kadar çok insan olduğunun bir göstergesi olduğu argümanı ile karşılaşıyoruz. Diğer bir deyişle, kopyalama, sıkıştırma, bölme-parçalama işlemleri, imajlar dünyasının “sınıflı” dünyasında kıyıda-köşede kalmış imajların da yer almasını sağlıyor. Ancak yazar hemen, dijital teknolojiler olmadan bu işlemlerin yapılamayacağını hatırlatıyor okuyucuya.

Ardından metinde mühim bir dönüş görüyoruz. Yazar, başta kalitesiz imajın özellikleri olarak sıraladığı sıkıştırılmışlığın, esnekliğin, kolay dağıtılabilir olmanın, aslında medya üretiminin yeni biçiminin tercihleri olduğunu, tam da bundan dolayı kalitesiz imajın bu dönüşümün ekmeğine yağ sürdüğünü söylüyor. Burada, başta bir direnme imkanı gibi görünen esnekliğin tefekkür imkanını ortadan kaldırarak çabuk tüketilebilirliğe olanak sağladığını görüyoruz. Bu değerlendirme, başta sınıflı toplum olmanın ifadesi olduğu söylenen yüksek çözünürlüğün aslında düşünsel derinliğin bir göstergesi olabileceği anlamına geliyor. Bu yaklaşım, aslında bilgiye erişimin çok küçük bir grubun bir ayrıcalığı olduğu çağlarda üretilen bilginin, bu ayrıcalığın nispeten ortadan kalktığı zamanlarda üretilen bilgiden çok daha değerli olduğunu savunan, insanda “Ulan o çağlarda bir köylü olsaydın ve o ayrıcalıklı sınıftan birileri sana bunu söylesedi ne yapardın dümbelek!” (Amanın! John Rawsl gibi mi konuştum nedir? Eyvah eyvah!) deme isteği uyandıran malum görüşü çağrıştırıyor.

Ancak korkmayın, yazar konuyu buraya bağlamıyor. Makalede sinema teorisine mühim katkılar yapmış olan Rus yönetmen Dziga Vertov'un adıyla karşılaşıveriyoruz. Yazar, Vertov'un dünya işçilerinin bir araya gelme olanağından bahsederken kullandığı “görsel bağ” (visual bond) kavramından hareketle, düşük çözünürlüğün, sıkıştırmanın, kesip-biçerek paylaşılır kılmanın Vertov'un hayalini bir anlamda gerçekleştirip gerçekleştirmediğini sorguluyor. Burada metindeki gidiş-gelişin doruk noktasına varıyoruz. Yazar, "görsel bağ"ını soran hayali bir yoldaşa "şimdi olan" ile bağlantıda olduğunu söyleyerek, “içeride” hissedip aslında/belki dışarıda kalmak ile “dışarıda” hissedip belki/aslında içeride olmak arasında kalmayı, bir anlamda gerçekliğin tarihselliği ile açıklamış oluyor. Zira kalitesiz imaj, bir yandan (medya üretiminin olanakları sayesinde oluştuğu için) kendini mümkün kılan tarihsel koşulları anlatıyor , öte yandan hem (bağımsız olana yaşam alanı sağladığı için) bu koşulların sınırlamalarından kurtulma olanağı, hem de (hızlı ve kolay tüketime olanak sağladığı için) bu koşulların daha da güçlenerek varlıklarını sürdürmelerini sağlıyor. Kısaca söylemek gerekirse kalitesiz imaj şimdi olanı, şimdinin tarihselliğindeki gerçekliği temsil ediyor.

Bu yazıda korsan film izleyip, internete ev videosu koyup bir görsellik rejimine ve bu dolayımla sisteme başkaldırılabilir mi sorusuna yanıt aramıyorum. Diyeceğim şudur, direnme ile alet olma arasında gidip gelirken doğru-yanlış, gerçek-sahte, iyi-kötü kavramlarından medet ummaktan doğan sıkışma, gerçekliğin tarihselliğini göz önünde bulundurarak aşılabilir. Tabi sorun şu ki, bu noktada kalınırsa sadece gönlümüzü ferahlatmış oluruz. Bunu hangi adımlar takip eder bilemem. Belki öncelikle bu sıkışma halinde olanın da, olmayanın da (öznel algıdan bahsediyorum elbette) aynı tarihselliğin kurduğu gerçeklikte yaşadığını kabul etmesi gerekiyor. Bu kabul bilme-anlama kapasitesinin hiçbir grupta diğerlerinden fazla olmayacağı sonucunu beraberinde getiriyor. Ve bu sonuç siyasal alanda varolmanın tek koşulunun iktidar mücadelesi olmadığı anlamına geliyor.

No comments: