Geçenlerde Ankara'da EskiYeni'deki Siya Siyabend konseri, müzik üzerine bazı düşünceler uyandırdı zihnimde. Bu grup hakkında elbette çok şeyler yazılmıştır, çizilmiştir. Ben de birkaç satır not düşmek istedim.
Konseri beraber izlediğim arkadaşlarımdan biriyle aramda konser sırasında geçen bir konuşma burada yazacaklarıma bir zemin oluşturuyor. Her güzel şablonda olduğu gibi bu konuşmanın yarattığı zemin de oldukça basit. Arkadaşım, "seyirciye saygı" konusundan hareketle bazı eleştirilerde bulundu. Grubu tanıyanlar böyle bir konunun açılmasını şaşırtıcı bulmayacaklardır. Konu üzerine konuşmaya başladık. Bir noktada konserin bizi bunları konuşmaya yöneltmesi hoşuma gitti. Yine grubu tanıyanlar tahmin edeceklerdir ki grubun böyle bir derdi de yok aslında, ama sonuçta müzikle kurulan ilişki özneldir deyip kendi öznel deneyimimi aktarayım. Bu konuşma sonrasında konserin performans yanıyla daha çok ilgilenmeye başladım. Dinleyiciyle, ve konserin sonunda kendisinin de açıkça ifade ettiği üzere özellikle Ankara seyircisiyle kavga halinde olan vokalistin, sahnede üretilen ses ile dinleyici arasında gerilimli ve üretken bir filtre oluşturduğunu düşündüm. Vokalist sürekli olarak bunun bir "konser" olmadığını tekrarlayarak bu düşüncemi daha da kuvvetlendirdi. Dinleyici/izleyicinin kafasını karıştıran bir durum vardı aslında ortada. Bir yandan sürekli olarak başka türlü bir paylaşıma çağırılıyor, öte yandan yaklaşmaya çalıştıkça öfkeyle geri püskürtülüyorduk. Vokalist "müzik üzerinden bir oluş"u değil, müzik üzerinden "bir oluş"u anlatmaya çalışıyordu. Ancak bu oluş müzikle, müzik üzerinden varolmakla o kadar iç içeydi ki dinleyici/izleyicinin bırakın içinde olmayı, o oluşu algılaması dahi neredeyse imkansızdı.
Müziği dinlerken, sahnedeki perfomansı izlerken ve bunları düşünürken, tam da bu arada kalmışlık halinin bende yarattığı etkiyle kendimi sahnenin arkasındaki duvara bakarken buldum. Vokalistin bir yandan çağırıp bir yandan bizi def ettiği o oluşu, bir sinema perdesine bakarmışçasına tuğlalardan örülü duvardan izledim bir süre. Empati kurmaya izin verilmeyen, anlama çabaları şiddetle reddedilen bu oluş sanırım yalnızca izlenebilir birşeydi benim için. Düşünsel ve estetik değeri çok yüksek bir deneyimdi bu.
Grubun hiçbir üyesi bu fikirden hoşlanmayacaklardır belki ama Siya Siyabend vokalistin karizmasının çok ön planda olduğu bir grup. Buna rağmen sahnedeki performansın bütünü, beni konseri arkalarındaki duvara bakarak dinlemeye yönlendirdi. Vokalistin paylaşma talebine ters bir durum olabilir bu. Yine de bunu yalnızca bu konserde yaşayabileceğimi düşünüyorum. Enstrümanlar, vokalistin kavgası ve dinleyici/izleyicinin arada sıkışıp kalması durumunun yarattığı çok katmanlılık müzikle ve performansla çok öznel bir ilişki kurmaya yönlendiriyordu dinleyici/izleyiciyi. Başkaları ne yaşadı, ne düşündü bilemem elbette. Ancak vokalistin talebi ile müzik/performansın yarattığı hal arasındaki bu çelişki de son bir katman oluşturarak benim için bu konseri son derece özel kıldı.
Konseri beraber izlediğim arkadaşlarımdan biriyle aramda konser sırasında geçen bir konuşma burada yazacaklarıma bir zemin oluşturuyor. Her güzel şablonda olduğu gibi bu konuşmanın yarattığı zemin de oldukça basit. Arkadaşım, "seyirciye saygı" konusundan hareketle bazı eleştirilerde bulundu. Grubu tanıyanlar böyle bir konunun açılmasını şaşırtıcı bulmayacaklardır. Konu üzerine konuşmaya başladık. Bir noktada konserin bizi bunları konuşmaya yöneltmesi hoşuma gitti. Yine grubu tanıyanlar tahmin edeceklerdir ki grubun böyle bir derdi de yok aslında, ama sonuçta müzikle kurulan ilişki özneldir deyip kendi öznel deneyimimi aktarayım. Bu konuşma sonrasında konserin performans yanıyla daha çok ilgilenmeye başladım. Dinleyiciyle, ve konserin sonunda kendisinin de açıkça ifade ettiği üzere özellikle Ankara seyircisiyle kavga halinde olan vokalistin, sahnede üretilen ses ile dinleyici arasında gerilimli ve üretken bir filtre oluşturduğunu düşündüm. Vokalist sürekli olarak bunun bir "konser" olmadığını tekrarlayarak bu düşüncemi daha da kuvvetlendirdi. Dinleyici/izleyicinin kafasını karıştıran bir durum vardı aslında ortada. Bir yandan sürekli olarak başka türlü bir paylaşıma çağırılıyor, öte yandan yaklaşmaya çalıştıkça öfkeyle geri püskürtülüyorduk. Vokalist "müzik üzerinden bir oluş"u değil, müzik üzerinden "bir oluş"u anlatmaya çalışıyordu. Ancak bu oluş müzikle, müzik üzerinden varolmakla o kadar iç içeydi ki dinleyici/izleyicinin bırakın içinde olmayı, o oluşu algılaması dahi neredeyse imkansızdı.
Müziği dinlerken, sahnedeki perfomansı izlerken ve bunları düşünürken, tam da bu arada kalmışlık halinin bende yarattığı etkiyle kendimi sahnenin arkasındaki duvara bakarken buldum. Vokalistin bir yandan çağırıp bir yandan bizi def ettiği o oluşu, bir sinema perdesine bakarmışçasına tuğlalardan örülü duvardan izledim bir süre. Empati kurmaya izin verilmeyen, anlama çabaları şiddetle reddedilen bu oluş sanırım yalnızca izlenebilir birşeydi benim için. Düşünsel ve estetik değeri çok yüksek bir deneyimdi bu.
Grubun hiçbir üyesi bu fikirden hoşlanmayacaklardır belki ama Siya Siyabend vokalistin karizmasının çok ön planda olduğu bir grup. Buna rağmen sahnedeki performansın bütünü, beni konseri arkalarındaki duvara bakarak dinlemeye yönlendirdi. Vokalistin paylaşma talebine ters bir durum olabilir bu. Yine de bunu yalnızca bu konserde yaşayabileceğimi düşünüyorum. Enstrümanlar, vokalistin kavgası ve dinleyici/izleyicinin arada sıkışıp kalması durumunun yarattığı çok katmanlılık müzikle ve performansla çok öznel bir ilişki kurmaya yönlendiriyordu dinleyici/izleyiciyi. Başkaları ne yaşadı, ne düşündü bilemem elbette. Ancak vokalistin talebi ile müzik/performansın yarattığı hal arasındaki bu çelişki de son bir katman oluşturarak benim için bu konseri son derece özel kıldı.