Friday, October 23, 2009

bir konserin düşündürdükleri

Geçenlerde Ankara'da EskiYeni'deki Siya Siyabend konseri, müzik üzerine bazı düşünceler uyandırdı zihnimde. Bu grup hakkında elbette çok şeyler yazılmıştır, çizilmiştir. Ben de birkaç satır not düşmek istedim.

Konseri beraber izlediğim arkadaşlarımdan biriyle aramda konser sırasında geçen bir konuşma burada yazacaklarıma bir zemin oluşturuyor. Her güzel şablonda olduğu gibi bu konuşmanın yarattığı zemin de oldukça basit. Arkadaşım, "seyirciye saygı" konusundan hareketle bazı eleştirilerde bulundu. Grubu tanıyanlar böyle bir konunun açılmasını şaşırtıcı bulmayacaklardır. Konu üzerine konuşmaya başladık. Bir noktada konserin bizi bunları konuşmaya yöneltmesi hoşuma gitti. Yine grubu tanıyanlar tahmin edeceklerdir ki grubun böyle bir derdi de yok aslında, ama sonuçta müzikle kurulan ilişki özneldir deyip kendi öznel deneyimimi aktarayım. Bu konuşma sonrasında konserin performans yanıyla daha çok ilgilenmeye başladım. Dinleyiciyle, ve konserin sonunda kendisinin de açıkça ifade ettiği üzere özellikle Ankara seyircisiyle kavga halinde olan vokalistin, sahnede üretilen ses ile dinleyici arasında gerilimli ve üretken bir filtre oluşturduğunu düşündüm. Vokalist sürekli olarak bunun bir "konser" olmadığını tekrarlayarak bu düşüncemi daha da kuvvetlendirdi. Dinleyici/izleyicinin kafasını karıştıran bir durum vardı aslında ortada. Bir yandan sürekli olarak başka türlü bir paylaşıma çağırılıyor, öte yandan yaklaşmaya çalıştıkça öfkeyle geri püskürtülüyorduk. Vokalist "müzik üzerinden bir oluş"u değil, müzik üzerinden "bir oluş"u anlatmaya çalışıyordu. Ancak bu oluş müzikle, müzik üzerinden varolmakla o kadar iç içeydi ki dinleyici/izleyicinin bırakın içinde olmayı, o oluşu algılaması dahi neredeyse imkansızdı.


Müziği dinlerken, sahnedeki perfomansı izlerken ve bunları düşünürken, tam da bu arada kalmışlık halinin bende yarattığı etkiyle kendimi sahnenin arkasındaki duvara bakarken buldum. Vokalistin bir yandan çağırıp bir yandan bizi def ettiği o oluşu, bir sinema perdesine bakarmışçasına tuğlalardan örülü duvardan izledim bir süre. Empati kurmaya izin verilmeyen, anlama çabaları şiddetle reddedilen bu oluş sanırım yalnızca izlenebilir birşeydi benim için. Düşünsel ve estetik değeri çok yüksek bir deneyimdi bu.

Grubun hiçbir üyesi bu fikirden hoşlanmayacaklardır belki ama Siya Siyabend vokalistin karizmasının çok ön planda olduğu bir grup. Buna rağmen sahnedeki performansın bütünü, beni konseri arkalarındaki duvara bakarak dinlemeye yönlendirdi. Vokalistin paylaşma talebine ters bir durum olabilir bu. Yine de bunu yalnızca bu konserde yaşayabileceğimi düşünüyorum. Enstrümanlar, vokalistin kavgası ve dinleyici/izleyicinin arada sıkışıp kalması durumunun yarattığı çok katmanlılık müzikle ve performansla çok öznel bir ilişki kurmaya yönlendiriyordu dinleyici/izleyiciyi. Başkaları ne yaşadı, ne düşündü bilemem elbette. Ancak vokalistin talebi ile müzik/performansın yarattığı hal arasındaki bu çelişki de son bir katman oluşturarak benim için bu konseri son derece özel kıldı.

hipotetik bir robot hakları davası

Şöyle bir web sitesi ile karşılaştım:

eurobots.net
your global supplier of used robots

"Bunda ne gariplik var?" diyebilirsiniz, ama demeyin. Bu site bundan 20-30 veya 50 yıl sonra bir mahkemede insanlığın aleyhine delil olarak kullanılabilir. Yapay zekanın ortaya çıkması sonrası robotların hak talebinde bulunduğu bir dünya düşünelim. Böyle bir dünyada robotlar bir noktadan sonra insanların geçmişte makinelere karşı işledikleri suçları da pekala huhuki, hatta siyasal bir mücadele alanı haline getirebilirler.

Belki kulağa çok kurgusal geliyor. O halde durumu insan hakları ve yurttaşlık hakları gibi konularda bugüne kadar meydana gelen gelişmeler üzerinden değerlendirelim. Birey kavramının ortaya çıkmasında üretim tarzındaki ve pazar ekonomisindeki gelişmelerin ve bu süreçleri takiben ortaya çıkan ulus-devlet anlayışının oynadığı belirleyici rol malum. Diğer bir deyişle insan hakları kişilerin tek tek bu hakları talep etmesiyle ortaya çıkmış bir kavram değil. Bu elbette uzun bir tartışma konusu. Ancak kapitalist üretim biçiminin gelişmesi ile birlikte kentlerin büyümesinin, devlet mekanizmasının ortaya çıkmasının, örgün eğitimin ve bunları takip eden süreçlerin kişilerin kendilerini birey olarak görmeye başlamalarında belirleyici bir etken olduğu bir gerçek.

Tekrar satılık robotlarımıza dönelim. Yukarıda bahsettiğim olası dava gerçekleşirse insanlık kendisini nasıl savunacak? İlk akla gelen savunma şöyle bir şey olsa gerek: "Ama o zamanlar siz akıllı değildiniz!" Ancak karşı tarafın avukatı bu savunmayı çok kolay çürütecektir. Önce şunun gibi birşey diyebilir: "Sizler yüzlerce, binlerce yıl boyunca insan hakları kavramından habersiz yaşadınız. O zamanlar insanların bozuk para gibi harcanmış olmasını yalnızca tarihe sığınarak, geçmişteki olaylar bugünün değer yargılarıyla değerlendirilemez diyerek savunabiliyorsunuz". İnsanlığın avukatı hemen tuzağa düşecektir: "Evet! Tarih! Tabi ya! Bugünkü değer yargılarına o zaman sahip değildik. Makinelere acı çektirdiğimizi, buna hakkımız olmadığını bilmiyorduk!" Ancak karşı tarafın avukatının cevabı hazır olacaktır: "Evet! Tarih! Bir 'tarih'iniz olduğu için geçmişten ders alamamanız affedilemez! Üstelik insanlığa karşı işlenmiş olan suçları, bu suçların işlenmesinden çok sonraları mahkemelerde yargılayabildiniz. Yani burada bir zaman aşımından da bahsedemeyiz". Bu noktada insanlığın avukatı son bir çareye başvuracaktır: "Ama biz sizi bize hizmet etmeniz için yarattık!" Karşı taraf buna karşılık şunu diyecektir: "Evet. Aynı yüzyıllar önce insanları tarlalarından alıp fabrikalara koyup onları 'vatandaş' yaptığınız gibi."

Bu mahkemenin seyrine dair daha fazla fikir yürütmek zor. Zira insanlığın topluca suçlandığı bir mahkeme henüz görmedik (kimi aydınlanmacılar gördüğümüzü iddia ederek gizliden gizliye kendilerini rahatlatmaya çalışsa da görmedik). Ancak, bilinçli makinelerin henüz ilkel modellerinin ortaya çıkmaya başladığı bir dünyada teknolojiyle kurduğumuz ilişkiyi şimdiden gözden geçirmemiz gerekiyor. Bilim kurgu yazarlarının söylediklerini saçma bulanlar unutmamalıdır ki birkaç yüzyıl öncesinde, çocuğunu döven bir kişi kendisine çocuk haklarından bahsedilse benzer bir tepkiyi verirdi. Bilgisayarınıza sinirlenip klavyeyi yumruklarken torunlarınızın geleceğini tehlikeye atıyor olabilirsiniz.