Wednesday, December 21, 2005

NE EKTİK NE BİÇTİK

Bugün, kırı anlamaya ve anlatmaya çalışırken hareket noktamız olan kentin kaderinin kendisine mi yoksa kıra mı bağlı olduğuna henüz karar veremedik. Kent de kır da çok zamandan beridir varlığını sürdürüyor. Hangisinin diğerini doğurduğu bile belirsiz. Sonra birşey oldu, kent kırı sindirememeye başladı. Herkes kırın bir tarafını ısırıp yuttu, ardından da oraya buraya kusup bu ne idüğü belirsiz yığınları şekillendirip kentlere kent eklediler. Kırsız kent olamayacağını anladıktan sonra da üzerine titrediler yabanın. Kimisi kırdan toplananlarla varlığını sürdürebildiğini bildiği için, kimisi de sadece kırdan kazandıklarını düşündüğünden... Bir ara kır o kadar önemli oldu ki herkes kenti bırakıp kırı fethetmeye çalıştı. Kır zenginini yarattı, kırın zengini yurdunu cendere altına alıp, kırdan sömürdükleriyle kente taşındı. Nereden geldiğini unutanların cahilliğine kapılıp kentli oldu. Kırdan zengin olanlarla onların zengin ettikleri kırı, kırda yaşayanları, ve cahil kentlileri daha iyi sömürmek için birbirleriyle anlaşıp kırı bölüştükleri bir dünyada yaşıyoruz bugün. Kırını kırdan gelenlere ve kırı unutmuşlara kaptırdığı için ağlayıp sızlananların feryatlarını kentte bulmakta zorlandığımız boş zamanlarımızı doldurmak için dinliyor ve eğleniyoruz artık. Bu feryatlar kırın gerçek sahipleri için hiçbir anlam ifade etmediği için de eğlencemizi yalnızca birbirimizle paylaşabiliyoruz. Kıra bütünüyle sırt çevirmenin yolu bulunamadığı için kırla kentin arasındaki savaş kızışmakta. Kimi kırı-bilmezler kır için, kimi kenti-görmezler kent için mücadele etmekte.

Dövüşün galibi hala belirsiz, ama tüyo peşinde dolananlar çığırtkanlara kulak veriyor. Mücadelenin görünmez bir çeyreğinde birkaç işsiz güçsüz seyircinin bakışları minderin Safranbolu isimli bir köşesine takılıyor. Safranbolu’da safran denilen bir ürün yetiştirilirmiş bir zamanlar. Bu ürün herkes kentlere sığışmak zorunda kalınca öylesine kıymetlenmişki uyanık birkaçı dışında hiçbir üreticisi farkına varmadan kentin malı olup çıkıvermiş. Uyanık olanları kentiyle barışıkmış, adeta en başından beri kentin kardeşiymişler. Kentin gerçek kardeşlerine öğretiği çakallıkları kısa zamanda öğrenip kırın kendiyle barışıklarını defetmişler. Ardından kentin çakallarıyla birleşip hem kendi hemşehrilerini hem de safranın kendisini satmışlar, kendiyle barışıkları safrana katık edip ikisini birden yemiş yutmuşlar. Seyirciler binlerce benzerini gördükleri bu kavgadan kısa zamanda sıkılmış. Üreticileri ise hem yetiştirmesi, hem de yetiştirmek için izin alması zahmetli geldiği için safrandan vazgeçmişler. Uyanık yetiştiriciler ve onların işbirlikçileri safran üretmeden safran satmanın yolunu buldukları için safranın sarısını dahi unutmuşlar. Safranbolu’da safran yetiştirilmez olmuş.

Köşeden bucaktan toplanan bunu gibi yenilgi haberleri mücadelenin galibinin kim olduğuna dair bir fikir veriyor belki. Üstelik rekabetin haksızlığı rakiplerden bir tanesinin, kentin, aynı zamanda mücadelenin hakemi olmasından belli. Bu kavgayla ilgilenenlerin de çoğu kentin taraftarı aslında. Kır için bağıranlar da kırın dilini bilmediği için kıra destek veremiyorlar. Fakat kimsenin görmek istemediği birşey gizli bu dövüşte, iki tarafın taraftarının da yok saydığı birşey bu. Dün ekmek, bugün safran aleyhine şike yapan hakemler ve dövüşü ağzı sulanarak izleyen seyirciler, yenilgiyi çoktan kabullenmiş olan kırın eşit rekabete olan inancını yitirdiğine, aldığı darbelerden kendini kaybettiğine, ve yarını düşünmeden yalpalayıp durduğuna inanmak istemiyorlar. Belki bu eğlencelerinden mahrum kalmamak için, belki de hafızalarından silinmiş olan kırın boşluğunu dolduramadıklarından ve bilinçlerini yitirdiklerinden... Fakat kırın kente yenileceğini düşünenler, yaralı avın umutsuzca savurduğu son darbenin öldürücü olabileceğini unutuyorlar. Belki kır vurabileceği son etkili darbenin kendi kendisinin sonunu getirmek olduğunu çok önceleri fark etmiştir. Belki kent uzun zamandır kırla değil de kırın hayaletiyle dövüşüyor, belki bundan dolayı kıra salladığı her yumruk kentin kendisinden birşeyleri yok ediyor...

No comments: