Saturday, July 10, 2010

brian eno'nun müdahil kılan müziği (açıklık epistemolojileri 1)

Hakkında hazırlanan bir belgeselde (Imaginary Landscapes - youtube'da var ama bize yasak) Brian Eno'nun kendi müziğini tanımlarken şu sözleri sarf ettiğini duyuyoruz: "Mekansal anlamda müziğin kenarlarını fark etmeyeceksiniz... Dışlamaktan ziyade müdahil kılan, başlangıcı veya sonu olmayan bir müzik". Eno'nun 'ambient' müziğin kurucularından birisi olduğunu düşündüğümüzde bu tanımlama bu müziğe dair çok şey anlatıyor. Aşırı peyzaja kaçan örnekleri bir yana, bu müziğin dinleyiciyi 'müdahil kılma' kapasitesinin diğer tarzlardan daha fazla olması, üzerine anlam yapışmama özelliği taşıyan kumaşıyla alakalı. Klasik müziğin analitiği, cazın entellektüelliği, rock müziğin asiliği veya virtüözitesi, dünya müziğinin 'yerelliği' (glokal midir, nedir?) vs derken bu müziklerin hiçbirisinin 'paketin yanında başka birşeyler olmadan' bize ulaşmadığının görüyoruz. Diğer bir deyişle, bir tarihlerinin ve bir yaşam tarzına işaret ediyor olmalarının yarattığı bir kısıtlama söz konusu. Her tür müziğin kendince bir yerinin ve zamanının olduğunu ve ambient dinleyerek bu hayatın geçmeyeceğini bilerek şunu soruyorum: Bir Guns'n Roses müziği dinlerken bu grubun kliplerinde anlatılandan farklı bir yaşam estetiği üzerinden söz konusu müzikle ilişki kurabiliyor muyuz? Eno'nun anlatmaya çalıştığı müzikte ise benzer bir dikte ediciliği görmüyoruz (Guns' a ayıp oldu ama ne yapalım, kültür emperyalizmi filan deyip geçelim). Üstelik bunun tek sebebi bu müziğin daha kısıtlı ve/veya daha az pazarlanmış bir geçmişi olması değil. Aynı belgeselde Eno'nun film müzikleri ile ilgili söyledikleri, burada anlatmaya çalıştığım farkı oldukça iyi özetliyor. Eno'ya göre film müzikleri kompozisyon olarak diğer müziklerden farklıdır. Zira, bu müzikler bir harekete eşlik etmek üzere üretilmişlerdir. Tek başına dinlendiklerinde ise haliyle filmde mevcut olan hareketi içermezler, bize yalnızca bağlamı sunarlar. Ve bu durum dinleyiciye müziğin vermediği hareketi inşa etme olanağı sunar.

Peki Eno'nun bahsettiği ve üretmeye çalıştığı müzik dinleyiciye bu olanağı nasıl sunuyor -yani olay sadece dinleyicinin inşa etmesine olanak tanımaksa, hiç ses üretmeyelim dinle(me)yici istediğini inşa etsin (yapan var mı? var valla)? Eno'nun 1996 tarihinde yaptığı bir konuşmada bunun ipuçlarını bulabiliriz. Konuşmasında Eno ilk ilham kaynağının Steve Reich'in 'It's gonna rain' adlı parçası olduğunu söylüyor. Bir vaizin sokakta yaptığı "Dünyanın sonu gelecek!" konuşmasının kayıt edilmesi ve bu kaydın bir parçasının birbirleriyle senkronize çalışmayan iki teypte aynı anda çalınmasıyla ortaya çıkan bu sinir bozucu kayıt aynı cümlenin ("It's gonna rain") iki kaynaktan çıkışı ve zaman içinde birbirine girmesi sonucu Eno'nun beyninde fırtınalar yaratıyor. Eno'nun verdiği ikinci örnek 'moire' denilen desenler. İki gridin belli bir açıyla üst üste konması sonucu ortaya çıkan 'şaşı bak şaşır' tarzı desenler bunlara bir örnek. Eno bu örneklerden hareketle basit örüntülerin tekrarı üzerinden açılıp saçılan sesler üretebileceğini fark ediyor. Bu şekilde üretilen müziklerin, yukarıda yaptığımız alıntıda da söylediği üzere, "başlangıcının veya sonunun olmadığını" anlayabiliriz. Zira bu müzikte tekrarın ne kadar süreceği, kaymanın ne kadar olacağı, tekrar eden örüntülerin frekansları, vs gibi değişkenler üzerinde verilecek olan kararlardan başka başlangıcı veya sonu belirleyen hiçbirşey olmayacaktır - diğer bir deyişle bir 'giriş' yok ki, bizi bir 'gelişme'ye götürsün, oradan da "daha da baymayalım, bi yerde bağlayalalım" düşüncesiyle bir 'sonuç' üretmeye zorlasın. Oluşumundaki basitliğe tezat bir şekilde tahmini mümkün olmayan bir karmaşaya doğru giden böyle bir müzik, paradoksal olarak, dinleyicisinin algısının sınırlarını, üretilirken 'sonuç ürünün' ne olacağı üzerine daha çok kafa yorulan müziklerden çok daha fazla zorluyor (Burada paradoks nerede ki? Emeğe saygı, anti-entellektüalizm, üretim süreci arasında kurulan ilişkide sıkça düşülen tuzaklardan birisine mi düştüm nedir?). Bunun sonucu olarak ortaya çıkan 'dizilim' her bir kulak tarafından farklı algılanıyor, her dinleyen bu müziğin farklı bir noktasına takılıyor. Sonuç olarak aynı müzik her bir dinleyicisine farklı deneyimler sunuyor. Diğer bir deyişle, her bir dinleyicisi aynı müziğe farklı bir senaryo yazıyor.

Peki var mı böyle bir şey? Bilmiyorum. Ben yalnızca bunun yaşıyorum. Ancak burada ele aldığım konu beni yönlendirici olmayan, 'dışarıdan gelene açık olan' üzerine düşünmeye zorluyor. Bunu bir sonraki yazıda tartışmaya çalışacağım.